Türkiye, son üç haftadır organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in Youtube kanalından yayınladığı itirafları konuşuyor. Sedat Peker, Pazar günü yayınladığı son videosunda, 5 Temmuz 1996’da Kuzey Lefkoşa’da faili meçhul bir cinayete kurban giden gazeteci Kutlu Adalı’nın ölümüne de değinmişti. Peker, cinayetten kısa bir süre önce, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eski görevlisi, emekli yarbay Korkut Eken ile dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın kendisine “Kıbrıs’ta Kutlu Adalı diye bir adam var, adayı Rumlara satacakmış” diye söz ettiğini belirterek, Adalı’nın katledilmesi için Eken’in kendisinden yardım istediğini söyledi. Peker ise, Eken’e kardeşi Atilla Peker’i önermiş, Atilla Peker ve Korkut Eken, cinayetten kısa bir süre önce Lefkoşa’ya gitmişlerdi. Sedat Peker, kardeşi Atilla Peker’in cinayeti gerçekleştiremeyip Türkiye’ye döndüğünü, kısa bir süre sonra ise Adalı’nın ölüm haberini aldığını söyledi. Peker’in iddiasına göre, Korkut Eken, kendisine “Kıbrıs’taki iş tamam” diyerek, Adalı’nın Eken’e bağlı başka bir grup tarafından katledildiğini haber verdi. Peker, Adalı’nın katledilmesinin nedeni olarak ise, Kuzey Kıbrıs’ta bazı suç örgütleri tarafından yürütülen kumar ve uyuşturucu gibi illegal faaliyetlerin üstüne gitmesini işaret etti.
Sedat Peker’in açıklamalarının ardından polis, Muğla’nın Fethiye ilçesinde Atilla Peker ve koruması Yunus Olcay’ı gözaltına aldı. İki gün gözaltında tutulan Peker ve Olcay, “pandemi kısıtlamalarını ihlal ettikleri” suçlamasıyla 6300 TL para cezası kesilerek, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Atilla Peker’in serbest bırakılmasının ardından Twitter hesabından bir paylaşımda bulunan Sedat Peker, kardeşinin Kutlu Adalı cinayetine ilişkin bazı itiraflarda bulunduğunu, ancak bu itirafların kayda geçirilmediğini söyledi. Peker, kısa bir süre sonra attığı bir başka twitte, kardeşi Atilla Peker’in Kutlu Adalı cinayetine ilişkin bildiklerini anlatacağını söyledi.
Öğle saatlerinde koruması Yunus Olcay ile birlikte serbest bırakılan Atilla Peker, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletilmek üzere, Fethiye Cumhuriyet Savcılığı’na iki sayfalık bir dilekçe verdi. Atilla Peker, dilekçesinde, 1996 yılında gerçekleşen Kutlu Adalı cinayetinden kısa bir süre önce, Korkut Eken ve kardeşi Sedat Peker tarafından “Kıbrıs’ta böyle bir adam var, ortadan kaldırılması gerekiyor” şeklindeki sözlerle yönlendirildiğini söyledi. Yanında Korkut Eken olduğu halde Kuzey Kıbrıs’a giden Atilla Peker, iddiasına göre, o dönem Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı Sivil Savunma Daire Başkanlığı’nda albay rütbesiyle görev yapan Galip Mendi ve yarbay rütbesindeki Enver Tosun ile tanıştı. Peker, bir süre askeri tesislerde kaldıktan sonra, hesapta olmayan bazı gelişmeler nedeniyle suikastı gerçekleştiremeden Türkiye’ye döndü. Bir yaralama olayı nedeniyle İstanbul Paşakapısı Cezaevi’nde yattığı sırada kendisini Korkut Eken’in ziyaret ettiğini söyleyen Atilla Peker, ziyaret sırasında Eken’in kendisine “Kıbrıs’taki iş tamam” dediğini belirtti.
Kutlu Adalı cinayeti 25. yılına yaklaşırken, Kutlu Adalı adı yeniden gündeme geldi. Kıbrıs Türk toplumu içerisinde, kendisi gibi faili meçhul bir cinayete kurban giden Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’ya benzetilerek, “Kıbrıs’ın Uğur Mumcusu” olarak adlandırılan Kutlu Adalı’nın yaşamını ve kendisini ölüme götüren süreci sizler için derledik.
DENKTAŞ’IN SEKRETERLİĞİNDEN MUHALİFLİĞİNE
Kutlu Adalı, 3 Ocak 1935’te, o yıllarda İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ın Lefkoşa kentinde dünyaya geldi. Adalı ailesi, Kutlu Adalı henüz üç yaşındayken, 1938 yılında Antalya’ya göçtü. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Antalya’da tamamlayan Kutlu Adalı, 19 yaşına geldiğinde, 1954 yılında Kıbrıs’a döndü. 1950’lerin ikinci yarısında, Kıbrıs’ta Türk ve Rum topluluklar arasında yaşanan etnik çatışma ortamında, Türkiye’nin desteklediği Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) adındaki paramiliter grupla birlikte hareket etti. 1959’dan itibaren TMT çizgisindeki Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun (KTKF) yayın organı olan Nacak’ın yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Aynı yıl Beşparmak Yayınevi’ni kurarak başına geçti. 1961’de Kıbrıs Türk Cemaati İcra Komitesi Başkanı Rauf Denktaş’ın özel sekreterliği görevini yaptı. Beşparmak ve Uyarı gibi TMT çizgisindeki yayınlarda yazıları yayınlandı.
1972 yılına dek Rauf Denktaş’ın özel sekreterliği görevini sürdüren Adalı, aynı yıl TMT’ye ait Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’na (BRT) atandı. 1974’teki Kıbrıs Harekatı’ndan sonra Rauf Denktaş ile bazı düşünce ayrılıkları yaşamaya başlayan Adalı, 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) Nüfus Kayıt Dairesi Kimlik Kartları Bölüm Başkanlığı görevine atandı. Ancak, bu görevi sırasında Denktaş ile yaşadığı düşünce ayrılıkları gittikçe arttı. Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumuna yönelik müdahalelerine karşı açıktan tavır takınan Adalı, başlangıçtaki Türk milliyetçisi düşüncelerinden gittikçe uzaklaşarak Kıbrıslılık kimliğini savunmaya başladı. Nüfus Kayıt Dairesi’ndeki görevi sırasında, Kerem Atlı müstear ismiyle Denktaş’ı ve Türkiye’nin adadaki kontrolünü eleştiren yazılar yazdı. 1979’da KTFD Turizm Bürosu danışmanlığına atanan Adalı, bu görevinden 1987’de emekliye ayrıldı.
1981’den itibaren gerçek ismiyle Söz, Ortam, Kıbrıs Postası ve Yenidüzen gazetelerinde yazılar yazdı. Yazdığı yazılar nedeniyle pek çok evi basılan, hakkında davalar açılan, Denktaş yanlıları tarafından hedef gösterilen Adalı, git gide hedef haline gelmeye başladı. 1974’teki harekattan sonra adanın kuzeyinden kovulan Rumların yerine Türkiye’nin nüfus taşımasına, adada Türkiye orjinli mafya örgütlenmelerinin kumar, uyuşturucu ve fuhuş gibi faaliyetler yürütmesine ve Türkiye’nin Kıbrıs Türkleri üzerindeki kontrol ve baskısına karşı çıkan Adalı, yazılarında birleşik ve federal bir Kıbrıs düşüncesini işledi.
ST. BARNABAS BASKINI VE SUİKAST
1981’den itibaren Kuzey Kıbrıs’taki Denktaş yönetiminin ve Türkiye yanlısı ırkçı, milliyetçi ve paramiliter güçlerin hedefi haline gelen Kutlu Adalı’yı ölüme götüren süreç, 15 Mart 1996 gecesi, Kıbrıs’ın Magosa kentindeki St. Barnabas Manastırı’nda başladı. Hristiyanlık dininin Kıbrıs’ta yayılmasını sağlayan Aziz (Saint) Barnabas’ın mezarının bulunduğu 1500 yıllık manastırda, o gece kimliği belirsiz, 12 ile 15 kişi oldukları sanılan bir grup silahlı kişi tarafından kazıldı. Müze statüsündeki manastıra giren kazıcılar, manastırdaki üç nöbetçiyi silah tehdidiyle etkisiz hale getirdikten sonra kazılarını gerçekleştirip bölgeden uzaklaştılar. İkisi beyaz Renault Toros olmak üzere dört sivil araçla manastıra gelen grup, yine aynı araçlarla bölgeden uzaklaşırken, baskın haberi ancak 16 Mart sabahı saat 9.00’da haber verilebildi.
Magosa’daki bu soygun olayı, Kuzey Kıbrıs’ta oldukça yankı uyandırdı. Kutlu Adalı’nın yazarlığını yaptığı Yenidüzen gazetesi, 17 Mart 1996 tarihli manşetinde yetkililere dört soru sordu:
“- Polisin ada çapında operasyon yaptığı bir gecede adeta bir orduyu anımsatan modern silahlı 15 kişi nasıl elini kolunu sallayarak müzeye girip çıktı?
– Baskını gerçekleştirenlerin kullandığı beyaz Renault Toros’un Sivil Savunma Teşkilatı’na ait olduğu doğru mu?
– Paha biçilmez ikonlara dokunmayan baskıncılar, mezara 1974’te gömülen mücevherleri mi arıyordu?
– Akıllara durgunluk veren baskınla ilgili hiçbir açıklama yapmayan polis, olayla ilgili soruşturma başlatmadığı doğru mu?”
Bu sorular günlerce yanıtlanmadı. Yetkililer ölüm sessizliğine büründüler. Ancak mesele öyle bir hal aldı ki, sessizlikle geçiştirilmesi olanaksızdı. Nitekim, baskından beş gün sonra, 20 Mart 1996’da, dönemin KKTC Başbakanı Hakkı Atun, bir ihbar üzerine ekiplerin manastıra geldiklerini, alınan ihbarın teyidi için St. Barnabas operasyonunun gerçekleştirildiğini söyledi. Ancak bu açıklama inandırıcı bulunmadı. İşin arkasında başka bir şey vardı.
“Kıbrıs’ın Uğur Mumcusu” olarak adlandırılan Kutlu Adalı, bu karanlık olayı araştırmaya koyuldu. Adalı bu olayı araştırdıkça hem kendisi, hem gazetesine Sivil Savunma Teşkilatı’na bağlı kişiler tarafından tehditler yağdırılıyordu. Adalı, 23 Mart 1996 tarihli yazısında, St. Barnabas’taki olaya ilişkin sıkça konuşulan bir iddiayı kaleme aldı. İddiaya göre, 1974’teki harekata binbaşı rütbesiyle katılan bir subay, adadaki Rumlardan topladığı mücevher, altın vb. değerli eşyaları St. Barnabas Manastırı’ndaki bir yere gömdü. O dönem bu mücevherleri gömdüğü topraktan çıkaramayan binbaşı, zaman ilerledikçe Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) general rütbesine dek yükselmişti. General, emekli olduktan sonra Kıbrıs’a gelmiş, tanıdığı ve güvendiği bazı kişilere durumu anlatarak adam toplamış, sonra da St. Barnabas Manastırı’nı basarak kazıyı gerçekleştirmişti. Söz konusu emekli generalin kim olduğu hiçbir zaman ortaya çıkarılamadı. Ancak, Kutlu Adalı bu işin üzerine gitmeyi sürdürdü. İşin üstüne gittikçe de aldığı tehditler arttı. Kendisini tehdit edenlerin içerisinde, o dönem Sivil Savunma Teşkilat Başkanı olarak görev yapan albay Galip Mendi de vardı. Mendi, AKP hükümeti tarafından 2015 yılında Jandarma Genel Komutanlığı görevine getirilmiş, 2016 yılında sağlık sorunları nedeniyle emekli olana dek bu görevini sürdürmüştü.
Kutlu Adalı, 6 Temmuz 1996’da, Kuzey Lefkoşa’daki evinin önünde faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Katilleri bugüne dek bulunamadı. Adalı cinayetinden dört ay sonra, 3 Kasım 1996’da gerçekleşen Susurluk kazasında ölen eroin kaçakçısı ve ülkücü mafya lideri Abdullah Çatlı’nın, Adalı cinayetinden kısa bir süre önce Kıbrıs’ta olduğu ortaya çıktı. Ancak, buna rağmen Kutlu Adalı cinayetine ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmedi ve dosya kapatıldı. Kutlu Adalı’nın eşi İlkay Adalı, etkin soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açtı. AİHM, İlkay Adalı’yı haklı bularak Türkiye’yi 20.000 Euro tazminat ödemeye mahkum etti.
Kutlu Adalı cinayetine ilişkin yıllar sonra gelen itiraflara ilişkin açıklamalarda bulunan dönemin KKTC Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, “Bu olayın mutlaka bir Türkiye bağlantısı vardır. Şunu anlasın Türkiye kamuoyu; Kıbrıs’ta o dönem Türkiye tarafından direkt veya Türkiye eliyle bir şey yapıldığında -bir bildiği vardır diye- çok fazla sorgulanmazdı” dedi.
HABER MERKEZİ